MARKO PAŞA VE DİLEK TUNCA HANIM
Kurum, kuruluş, işyeri ile düğün ve benzeri törenlerde toplu yemek pişirilir. Özellikle düğün törenleri için pişen kazan yemeklerinin lezzeti, ticari amaç taşımadığından diğerlerine göre farklıdır. Ağza tat verir, lezzeti de hoştur. Diğer taraftan sanayi yemekleri içinde farklılık, hastane yemeklerindedir. Çünkü hasta yemeği; az yağlı veya yağsız, tuzsuz ve haşlama türündedir. Refakat edenin yemeği ise normaldir. Ancak onun da; beğenilip beğenilmeyeceği, tüketilip tüketilemeyeceği lokma ağza alınınca belli olur.
ÜNİVERSİTE hastanesinin birinci sıradaki sıkıntılarından birini yemekler oluşturmaktadır. Hiçbir hastanın yemeklerden memnun olduğuna rastlanmıyor. Hasta ve refakatindeki kişinin yakınmasından ortaya çıkan sonuç: Yemeklerin geldiği gibi iade edildiği, böylece ağız yoluyla beslenmenin gerçekleşemediğidir. Yemekler insan midesine değil çöp kaplarına dökülmektedir. Ne hastanın, ne refakat edenin ağzına neredeyse bir lokma girmektedir. Yüksek ücret ödenerek satın alınan ancak yararlanılamayan yemeklerde, kullanılan malzeme (A)kalite mi, (B) kalite mi (C) Kalite mi? Diye araştırılsa karşımıza hangi şık’ın çıkacağı bilinmez.
AYRICA yemekler tarafsız, tatbilire tattırılsa; kalite, lezzet ve nefaset denetiminden geçirilirse ne gibi sonuçla karşılaşılır, belli olmaz. İşte hasta ve yakınları böyle sorular sormakta, ama yanıtının da “Olumsuz” olduğu tahmin etmekteler. Çünkü pek çok hasta ve refakatçi yemeği yemiyor! Nefis yemek konusunda verilebilecek örnek, özel hastane mutfaklarıdır. Kamuoyunda genel kabul gördüğünden akabinde, şu soruluyor: “Bu mükemmelliği yemek şirketleri neden yakalayamıyor?”
YURTTAŞ hem dolaylı ve hem de dolaysız vergi ödüyor. Bu paralarla, diğer yatırımlar gibi hastane de yapılıyor. Gün geliyor, yurttaş hastaneye yatıyor, tedavi süresince de, ne yiyeceğini düşünüyor(!) Çünkü üniversite hastanesi önüne, özel hastanelerdeki gibi yemek getirmiyor. O zaman dışarıdan; köfte, döner veya tost alınıp yeniyor, hatta peynir zeytin ve ekmek özlenir oluyor. Ülkemizdeki şikâyet müessesesi her zaman sağlıklı işletilmediğinden, durumdan şikâyetçi olsanız da, bir işe yaramıyor. İstekleriniz kulağın birinden giriyor, öbüründen çıkıyor ve sonuç alınmıyor. Bu da: “Git derdini Marko Paşaya anlat!” Deyişinde ki, gibi: “Şikâyetini anlıyorum ama ne demek istiyorsun?”a benziyor.
(OSMANLI döneminde, Sultan Abdülaziz Han’ın hekimbaşısı olan ve Meclis-i Ayan(Üyeleri padişah tarafından atanan meclis.) üyeliğini yürüten Marko Paşa, kendisine başvuranları sabırla dinlemesine rağmen, hiçbir sorunu çözüme kavuşturmaması ile ünlenmiştir. Çünkü Marko Paşa, konuyu defalarca dinlemesine rağmen, müracaat edeni başından savmak için: “Şikâyetini anladım, ama ne demek istiyorsun?” diye sorar. Konu 3-5 defa daha tekrarlanmasına rağmen tekrar: “Şikâyetini anladım, ama…” diye başlayınca, derdini anlatamadığını sanan şahıs; çileden çıkar, tekrarlamaktan bıkar ve şikâyetten vazgeçerek kalkıp gidermiş.) Bu deyişte o zamandan beri söylenirmiş.
DAHA önce (Hastane yeni binalarına taşınmadan) yine aynı sorunu, köşemde bir kez daha yazmış, dikkate alınır da belki değerlendirilir diye düşünmüştüm. Ancak konu ile ilgili hassasiyet yoksunluğunu düşünmemiştim! Hastanede öncelikli problemlerin ön sırasını yemek işgal ediyor! Bu durumun, hastane yönetimince; dikkatle inceleceğini umuyor ve diliyorum.
SİZE, geçmiş yıllarda tanık olduğum bir gözlemimi, aktarmak zorundayım: Bu tarihten, tahminen 35 veya 40 yıl evvel, eski hastanedeki odalardan birkaçında, yemek yiyemeyen hastaya eşleri veya yakınları, küçük tüp üzerinde yemek pişirip yediriyordu! Bu durum her gün yineleniyor muydu, yoksa ilk ve son kez rastlanan bir fotoğraf mıydı, bilmiyorum. Yemek kokusu mutfaktaki gibi koridora dolmuştu, ancak hastane yönetiminin bu durumla ilgilenmediğini maatteessüf tanık oldum. Hastane yemeği oldum olası yenmez! Yapılan yemekler(Paralar) çöpe dökülür. Probleme çözüm pek bulunamaz. Elbette kazanda pişen yemekle, tencere yemeği farklıdır. Ancak yüzeysel düşünce ile düğün yemekleri örnek alınıp, bunun da istekle yenildiği göz önünde tutulursa, benzer bir çözüm neden olmasın? “Hayır” denilebilir o zaman da çöpe dökülmek zorundadır.
SABAH kahvaltıları sabahın, akşam yemekleri akşamın çok erken vaktinde dağıtılmaktadır. Hasta, nedenini bilmemekle birlikte bu durumdan da, şikâyet etmektedir! Ayrıca, gece kan almaya veya serum takmaya gelen görevli, kapıyı çok sert ve hızlı açtığından, uyuyan hasta ile yakınının irkilmesine neden olmaktadır! Böyle bir durumun özel hastanelerde asla görülmediğini, tedavi olan bir başka hasta yakını anlatmaktadır ki, doğrudur. O zaman ortaya, basit bir disiplinsizlik sorunu çıkmaktadır! Bu da; hastane ve sağlık kuruluşlarının duvarlarını süsleyen ve (SUS!) işareti yapan hemşire kıyafetli Bayan Dilek Tunca’nın, görevliler tarafından: “Uyarının kendilerini ilgilendirmediğini, hasta ve yakınlarını ilgilendirdiğini” düşünüp dikkate almadıkları şeklinde yorumlanabilir.
ÖZEL hastanelerde yemekler ve kahvaltılar oldukça mükemmeldir, hasta da refakatçi de iştahla yemektedir. Özel hastaneler; bu özeni, bu dikkati ve bu hassasiyeti gösteriyor da, üniversite hastanesi ve yemek şirketi bunu neden başaramıyor hayret! Kaliteli ürünün, memnuniyetle övülerek anılacağını, emek verilen ve alkışlanacak gayreti esirgiyormuş gibi davranmaları şaşırtıyor! Hastaya layığı veçhile yiyebileceği yemek sunmamak şaşırtıcı olmakla birlikte, şöyle yorumlanabilir: Biraz ilgisizlik, biraz adam sendecilik, biraz da boş vermişlik.