PARDON

 PARDON                                     

 Yüce Yaradana: "Tanrı'm! Bu yaz, canımız burnumuza geldi, ormanlarımız yandı kül oldu, seller çok büyük zarar verdi, virüs çeşidinden kurtulamıyoruz, oldukça üzgünüz." diye yakınsam: Tanrı'nın: "Yaşamınız için özenle kurduğum doğayı, mahvediyorsunuz. Yetinmiyor, bunu hep yapıyorsunuz. Güzelliklerle süslediğim o harika görüntüleri kaybettikçe anlayacaksınız! Çok zarar verici canlılarsınız, ancak her zararın bir bedeli var, onun için zararları ödeyeceksiniz. Şimdi de, halinizden şikâyet ediyorsunuz, böyle şey olmaz!" Diyebileceğini varsayıp yakarmanın yerinde olmayacağını, hatta halledilmesi zor başka dertlere batacağımızı o nedenle, Tanrı'dan; yurttaşımızı, yurdumuzu, insanlığı ve gezegeni korumasını dilemenin en doğru yol olacağını düşünüp vazgeçiyorum.

 Arka arkaya gelen; yangın, sel, vaka rakamları ile; maske, mesafe ve hijyen, uyarıları içimizi kararttı, yaşamımızı şaşırttı. Bu hafta sonu, özlemini çektiğim geçmiş için, sizi hayallerimizde kalan İzmir fuarına götürmek istiyorum, masraflar benden!

 Okuyucular arasında, Enternasyonal İzmir Fuarını görenlerin çok olduğu muhakkak. O yıllarda, Yaz'ın gelmesini, bu fuar için dört gözle bekler günleri iple çeker, gitmeden heyecanını yaşardık. Fuar 1936 yılının 1 Eylül günü, Lozan kapısında yapılan bir törenle İsmet İnönü tarafından açılmıştır. İzmir kültür parkta kurulan fuar, sanki parkla özdeşleşmişti, zira ikisi bir bütünü oluşturuyordu. Türk insanı için çook farklı bir Dünya idi, fuar. İnsanımızın rüyasında bile göremeyeceği yenilikleri, teknolojik ve elektronik ürünleri, sergi alanlarında(Pavyon) seyrettikçe ağzı bir karış açık kalırdı.

 Fuar için o yıllarda, ahali: "Şöyle güzel, böyle güzel, gidip görmeseydik gözümüz açık giderdik" Derken, "Ben bu yaşıma kadar böyle bir şey görmedim" Diyen yaşlılar(Fuarı ilk kez gören) hayranlığını bu kısa cümle ile ifade ederdi. Diğerleri ise: "Onu gördün mü, öbürüne baktın mı, ona bindin mi, oraya girdin mi?" gibi sorular(Dönüşünden sonra, ev oturmalarında yaptığı, fuar sohbetleri ve gezi detayları ile ilgili sorulardı. Böylece daha çok pavyon ve etkinlik görmenin farkı, bu sorularla gizlice mukayese edilirdi!) Ve muhabbetlerin tamamı fuar idi. Bir araya gelindikçe konuşulur, gezideki heyecan yeniden yaşanır ve bu nedenle hiç unutulmazdı.

 Ne tekim, bir ay boyunca, Türkiye'nin her ilinden, kasabasından ve köyünden, fuara gidilir, fuar alanı tıklım tıklım dolar, sabahın 03-04.00 üne kadar, halk bu parktan çıkamazdı. Hatta bazıları sıcak yaz gecesi, gökyüzündeki yıldızlara bakarken çimenlerin üzerinde uyuyakalırdı. Gazinolarda o yılların ünlü ses sanatçıları, alacakları ev'in veya otomobilin parasını kazanır, İstanbul'a cebindeki para, yüreğindeki sevinçle dönerdi.

 İzmir fuarı anlatmakla bitmezdi, çünkü o yıllardaki fuar ve İzmir ziyareti, kişide farklılık yaratır, taşralı yurttaşın; o güzellikleri, ilginç detayları ve yabancı ülke pavyonlarında sergilenen ürünleri, görmesi görgüsünü on puan arttırırdı.

 Fuar günümüz gençleri için, hiçbir anlam ifade etmez! Ancak 1960'larda Türk halkı, özellikle yaşlılar memleketinden; Fuara geldiğinde, gördükleri karşısında şaşkınlık yaşar, kendi kendine(Yerel ağız ile): "De gidi güzee Allah'ım, de, nerdeyin ben?" Diye mırıldanır, iç geçirir ve hayretini gizlemeye çalışırdı. Kültür parkın ışıl ışıl aydınlatılmış hali, mırıldanmasının sürüp gitmesine neden olurken,yine içinden: "Allah'ım bu gandille naha gandil bööle? Bizim orlaada, heç yok?" Demekten kendini alamazdı. Gazinoların yanından geçerken: "Güzee Irabbım! Bi tarafda çalgı galgı, ötü yanında türlü çeşitli yiğcek, içcek. Hankı Dünya, bu bööle?" Diye yaradana sorardı.

 "Eeey gidi, yerin göğün yaradıcısı, Irabbım. Bizi neden İzmir'de yaradmadın?" Diye, iç geçirir, Fuar dışına çıktığında: "Bu ne le, arkıdeş? Tenezzühden geçilimaz" Diye ezilme tehlikesine tepki gösterirdi(Tenezzüh gezinti demekti. Ancak halk bunu o yıllarda, otomobil tanımı olarak kullanırdı.) Yolun tam orta yerinden karşıya geçerken, bir taraftan apartmanları seyreder: "Gocu gocu, evlee?" diye mırıldanır, kaldırımda dikelir belediye otobüslerine bakar: "İçi iisan kakılıpduru, et et üsdüne, naha mimmişlee böle acaba?" Deyip, şaşkın bakışlarla seyrederdi.

 "Gocu Allah'ım, aglımı aldırıyon!" Diye, söylene söylene ailesi ile yürürken, çevre ile ilgili gözlemini sürdürür, ama bazen kalabalıkta, önündeki insana keyerdi(Keymek o yıllarda, yürürken kişiyi fark etmeden çarpmak anlamında kullanılırdı) O anda da, koluna girdiği 12-13 yaşlarındaki erkek torunu, hemen: "Gocububa, yörürken önünübag! Ayı gadan adamı keedin!(Torun, dedesinin çarptığı adamın iriliğini, ancak böyle tanımlayabiliyordu) Adam gızdı perdon dedi giddi." Deyince, Gocububa, pardon'u hiç duymamış ve anlamını da, bilmiyordu. Ama sövüldüğü kanaatında idi, çok rahatsız oldu ve biraz sinirli bir tavırla, torununa verdi veriştirdi.: "Beni ba, tepemi daha betee addırma. Vallaha hindi şamarı içirin! Gördümde mi, keedim? U benim anamı söödüse, bendi unun anasını perdon! Dee, geçe giderin." Deyip rahatladı.

"Pardon"u halk o yıllarda, yavaş yavaş kullanmaya başlamış ve henüz genel kabul görmemişti. Hatta bazen pardon denildiğinde, bazıları arkanızdan, duyururcasına ve yerel ağızla: "Pardon çıktı çıkalı, eşekle çovaldı"   diye lâf atardı. 

Fuar kültür parktan taşınmayacaktı. Taşıyanlar büyük hata yaptı, anılarımızı mahvetti, geçmişe olan özlem duygularımızı ayaklarının altında ezdi, zevkini, heyecanını ve hasret duygusunu bitirdi. Çok yanlış oldu, nasıl oluyorsa oluyor; her şeyi kendimize benzetiyoruz, beceriksizlikte iş bilmezlikte üstümüze gelebilmiş yok.

 Bu arada, dün torunuma ambalaj içindeki çubuklu dondurma alırken, aklıma fuara gittiğim ilk yıl; merak edip aldığım, koruyucu kâğıdı açtığımda, çubuklu dondurmayı görünce şaşırdığım, Sütsan dondurmayı elimde tutuyordum. Çünkü bizim bildiğimiz dondurma külahta olurdu. Oysa o çubukla tutuluyordu ve ilk kez görüyordum. Önce kokladım! Mis gibi taze süt kokuyordu! Sizde yemişsinizdir mutlaka. Şimdi o SÜTSAN' dondurmayı fuar özlemi ile birlikte anımsıyorum. Çünkü bu yaşıma kadar ne fuar'ın, nede Sütsan dondurmanın lezzetini unutamadım.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI