SEÇME ZAMANI GELDİ BUYURUN SANDIĞA HANIMEFENDİLER, BEYEFENDİLER

 

Bu haftaki yazıya da, yine bir girizgâh ile başlayacağım. Muğla il merkezindeki bağlık-bahçelik alanın -Yayla- tanımını, 1950'lili yıllarda, yani çocuk yaşlarda öğrendik. Nitekim bu alan, bulunduğu yükseklik itibarı ile yayla denilmesinin doğruluğunu teyit ediyordu. Ama gel zaman git zaman sonra adı: -Karabağlar yaylası- oldu ve yeni adı ile telaffuz edilmeye başlandı! Bunu, doğma büyüme yerli bir yurttaş olarak reddediyorum. Ayrıca bir iki tanım için, yine dikkatinizi çekmek istiyorum! Çünkü bir yazıda, "Muğla halkı tarafından: -Masa dağı- olarak bilinen, fakat asıl adı: -Asar Dağı- olan." diye başlayan bir açıklamadaki -Masa Dağı- uydurmasını, eski köye yeni adet getirilip, uygulatılması yanlışını çağrıştırıyordu. Bunuda kendi adıma reddediyorum. Kimdir bu kişi veya kişiler? Muğla merkezindeki bir dağ adını değiştirip, çekinmeden yanlışı yapabiliyor. (Muğla halkı tarafından -Masa dağı- olarak bilinirmiş!) Bak şunun yediği herzeye!!! Ayrıca yıllardır, evlerimizde yapıp yediğimiz, -Sac böreği- adı değişti ve -Gözleme- oldu. Gözleme, sac böreğinin bir başka bölgedeki tanımı. Niye mutfak kültürümüzdeki yiyeceğimizin adı değiştirilip, ötelenip yeni bir ad ile telaffuz ediliyor? Bu; vurdumduymazlık, adamsendecilik, boşvericilikle gelişen yozlaşma beni yerli yurttaş olarak rahatsız ediyor. Çünkü mutfağımızdaki yiyeceğimizin adını beceriksizliğimizden koruyamıyoruz! Oysa böreğe atalarımızın koyduğu isim, daha uygun: Sac böreği, zira sac üzerinde pişiriliyor.    

 

ŞEHİR MERKEZİNDEN DEĞİL, DENİZDEN YÜKSEKLİĞİNE BAKIN  

Dönelim yaylaya. Yaylamız denizden 660 m yükseklikte bir yerleşim yeri. Bu nedenle bu kadim tanımı halen; bendeniz, yaşdaşlarım ve bizden büyüklerle birlikte yerli halk olarak, -Yayla- diye değiştirmeden sürdürüyoruz, tabii ki, devam ettireceğiz. -Karabağlar yaylası- diyenlere ne demeli bilmiyorum? Yeşilbağlar yaylası denilse, yakışır, cuk diye oturur. Hayır! İllaki -Karabağlar yaylası- denilecek. Demiyorum, demeyeceğim! Bir insan adı bile, mahkeme kararı ile değişiyor. 

 

ORMAN YANGININA HELİKOPTERLE SU ATMAYA BENZER

Efendim! Pek çok kereler yazılıp çizilmesine karşın, ama bazı noktalarda genç ve yaşlı yurttaş mutabakatı sağlanamadığı için, konuyu özet olarak yazmaya devam ediyoruz. Yaylada, yerli ailelerin mülkiyetindeki küçük parsellere, Yaz ayları yaklaşırken göç edilir. Aile tarımı yapılan bu parsellerde 4-5 ay, doğanın kucağında yaşanır, kuyulardan sular içilir, toprağa sebze fidanları dikilir. (Yazıda tütün tarımından söz etmeyi gerekli görmedim. Zira emperyalist ABD, sigara üretimindeki işi de üstlendiği için, tiryakiler o sigaraları soğuruyor.) Taze sebzeler yetişmeye başlayınca, yemek yapılıp yenirken, bazıları Kış aylarında tüketilmek üzere toplanıp, turşusu kurulur ve kurutulurdu. Zamanı gelince meyve ve bostanların sağlamları ayrılır, kimileri askılara alınır, kimileri Kış gecelerinde ziyarete gelen misafirlere ikram edilirdi ki, bu ikram adettendi. 

 

BİBERİN ACISI, KARPUZUN ETLİ DİLİMİNDEN VE SUYUNDAN ÜRKER  

Öğleyin veya akşam etli yemek yediyseniz veya bir Pazar günü, kavurma et'li, sarımsaklı ve bol acılı Tarhanayı kaşıklayıp bitirdiğinizde, ağızda acı biber yangını başlar. Şiddetini azaltmak için ise, üstüne bostan yenirdi. Yemesi de, öyle böyle güzel olmazdı. Karpuzun etli dilimini yedikten sonra, kaşıkla kabuğunu kazıyarak oluşturduğunuz yongaları tüketmesi ve daha sonra, iki/üç yudumluk karpuz suyunun içilmesi, orman yangınına Helikopterle su atmaya benzer denilse, vallahi yeridir, kim olsa bayılır. 

 

CEVİZ SUCUĞUNU, ET SUCUĞUNU VE KAVURMAYI, YEMEDE YANINDA YAT

Zaman su gibi akıp geçerken, Sonbahar'da, bağdaki üzümler toplanıp, cevizli pekmez sucuğu yapılması, pekmezden bir miktarının; tanıdık, hısım/akraba ve eşe dosta kiloluk şişelerde ikram edilmesi, adettendi. (Hani Kurbanda, hayvanı kesip birer parça et dağıtılması, yanı sıra o hanelerden de, size et gönderilmesi var ya işte onun gibi.) Cevizli sucuklar, Şehre göçüldüğünde gece misafirliğine gelenlere ikram edilirdi, dönüşte evlerine giderken çantalarının içine pekmezden yapılıp köfte diye tanımlanan ve baklava dilimine benzeyen ürün, birkaç ceviz sucuğu ile birlikte küçük bir paket halinde çantaya konurdu ki, bu da adettendi. 

 

KEÇİ İNADI, ETİNİ YİYİNCE İNSANA GEÇER Mİ ACABA?

Öte taraftan, besiye takılan hayvanlar kesilir, kavurması yapılır, kavurmalar özellikle Çinko kaplara doldurulurken, et sucukları kurusun diye ipe asılırdı. Muğla yerli ahalisi; genellik ve çoğunlukla küçükbaş hayvan olarak mitolojide adından çok söz edilen Keçi beslerdi. Bir ara düşünüp kalmıştım. Hani, olura: -Keçi inadı, etini yiyince insana geçer mi acaba?- diye.  Heey gidi sakin ve huzurlu yıllar! Bizi; patırtılı, gürültülü, adamsendeci, sorumsuz, kuralsız, vurdumduymaz yıllarda bırakıp gittiniz. Şimdi nerelerdesiniz? Huzuru pek özledik, bir daha geri gelecek misiniz?

 

TEK DÜZE YAŞAM TARZINDA, İZMİR ENTERNASYONAL FUARI.

Tekdüze yaşam tarzı, yerli Muğla ahalisinin değişmeyen yayla alışkanlığını oluştururdu. Haa bu arada unutmadan, İzmir Enternasyonal Ticari Fuarı açıldığında otobüsler dolusu aileler, Fuar'a gider, kısa bir süre İzmir'de kalırlar, fuarı gezer, bir hafta veya on gün sonra dönerlerdi. Buda tekdüzeliğin bir parçası idi. Hatta dönüşlerinde gelecek sene ki fuara kadar, muhabbeti sürdürülür, Fuara o yıl gidemeyenler, gidenlerin geri dönüşlerinde -Hoş geldiniz- demek ve Fuar muhabbeti yapmak için, uygun bir zamanda ziyaret ederlerdi. Bu arada ev sahibesi, gelen misafirlere, ikram için aldıkları şekerlemelerden ve diğerlerinden sunmayı ihmal etmezdi, buda  adettendi. 

 

GELELİM VEHBİ'NİN KERRAKESİNEEE.

Girizgâhı bu noktada bitirdikten sonra esas yazı konusu olan, seçimler ve adaylarının; semtler, mahalleler, caddeler, sokaklar, özellikle çarşı ile herhangi bir sosyal mekân önüne gelindiğinde, ses kirliliği yapan reklam araçlarındaki cihazın sesinin yükseltilmesi ve güçlü hale getirilmesine. Bu davranış yurttaş tarafından reddedilip eleştiriliyordu! Neyse. Artık yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Dananın kuyruğunu koparmadan et'ini hak edenlere, adil şekilde paylaştıralım. Böylece bir dahaki seçimlerde sesli, müzikli reklam yapılsın, ama yurttaşı bıktırmasın, yete gaari, dedirtmesin! Arkalarından ağza ne gelirse söyletmesin! Aslında üçüncü Dünya ülkelerindeki bu propaganda yöntemine son verilsin.  

 

BAZILARI NEZAKET GÖSTERİP.

Gerçi bazı adayların, nezaketli kişiliğinden midir, topluma gösterdiği saygıdan mıdır veya dB yüksekliğinin yanlışlığından mıdır, bilmiyorum, önlem olarak ses tonunu kısarak, turunu sürdürmüştür. Bu nedenle, bu şehrin bir yurttaşı olarak kendi adıma, teşekkür ettiğimi belirtmeyi ve nezaketli davranışın yanıtlanması biçiminde kabul edilmesini rica ederim. Nitekim, seçim zamanı yaklaşıldığında, çeşitli siyasi partiler, adaylarını tanıtma amaçlı araç gezintilerinin reklamından çok, yüksek ses nedeniyle rahatsız edici unsur haline dönüştürdükleri bu hususun adaylar veya organizasyon görevlileri tarafından dikkate alınmadığı ve düzeltilmesine gerek duyulmadığı ve ihmal edildiği anlaşılmıştır. 

 

PARASINI BİZ VERİYORUZ, GÜRÜLTÜSÜNÜ DE BİZ ÇEKİYORUZ.

Yapılan masrafın paraları, mecliste gurubu bulunan partilere devlet tarafından yardım olarak önceden ödeniyor ve devletin bu ödemesi, yurttaşın vergilerinden karşılanıyor. Bunun için halk: ".bu yöntem aslında, boşuna masraf, paralara yazık" demeyi ihmal etmiyor! Nitekim söz, gediğine konulmuş taş kadar ağırlığı ve ciddiyeti olan bir söz. Bu ağırlığı ve ciddiyete istinaden, halkın düşüncesini duyurmayı ve siyasi parti yönetimlerine sunmayı görev addediyorum. Bangır bangır bağırtılan propaganda araçları ve bu gürültü nedeniyle kafası şişen yurttaş! Hani bir atasözü vardır: (Tok, aç'ın halinden anlamaz) diye. Parayı ödeyen biz, gürültüyü patırtıyı çeken de biz, demeyi unutmuyor. Durum, işte bu atasözünü o nedenle çağrıştırıyor. Bürolarda seçim çalışması yapan adaylar, bu gürültünün rahatsızlığını yaşamıyor.

 

SİZİ BİR KERE GÖRSÜNLER, KONUŞSUNLAR

Oysa; semt, mahalle, çarşı pazar ve sokaklarda kapı kapı dolaşmanın muteber bir davranış olduğu, daha yüksek puan toplayan bu fiiliyatın tamamen genel kabul göreceği, alkışlanacağı ve daha doğru bir yöntem olduğu, her yurttaşın malumudur. Çünkü seçmen yüzünüzü canlı olarak görecektir, sizi tanıyacaktır ve böylece nezaketinizin hayranlığı puan toplayacaktır. Seçmen sizinle konuşacak, ses tonunuzu ve rengini, dolayısı ile telaffuzunuzu, yanı sıra inandırma gücünüzü kendine göre ölçüp tartacak, böylece bir kanaat ve güvenilirlik analizi gerçekleştirmiş olacaktır. Karar vermeye sıra gelince, sonuç bu kıstaslara göre değerlendirilip, yorumlanacaktır. (Gerçi bu yöntem: Lâf ola beri gele, tarzında dostlar seçimden önce görsünler biçimli amaç olarak uygulanıyor uygulanmasına, ama.) 

 

TÜM ADAYLARA SELAM OLSUN 

Böylece kısa zaman süreli yüz/yüze görüşmeleriniz, seçmende ne derece etkili olursa, oy oranınız tavanda veya tabanda puanlanacaktır. Bu yola başvurmayı gerek görmeyen, bürodan çıkmayan ve halktan vekâlet belgesini yöntemine uygun almayı düşünmeyen adaylar, valizini toplayıp beş yıl daha beklemek üzere, geldikleri yere veya işinin başına dönecektir. Tüm adaylara selam olsun.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI