Kurbanlık hayvanın nasıl satın alındığını, 7-8 yaşlarımda babamla birlikte gittiğim hayvan pazarında gördüm. O yıllarda, çarşı/pazarda da, üç beş tane küçükbaş besleyerek, önüne katıp gezdirenler satacak müşteri beklerlerdi. Örneğin: Birinde babamla, çarşıda kendisine doğru yaklaştığımız satıcı yurttaş, içinden ve yerel ağızla: "Dendi güzee Allah'ım, deng getirivede, hu malları biree ikişee saten!" dediğini hissedip, duyar gibi olurdum. Yanına yaklaştığımızda, babam hayvanların fiyatlarını sorar, eğer birini gözüne kestirdi ise, sırtını okşar, etli olup olmadığına bakar ve: "Söyle bakalım bu ikili kaça?" O an babam elini "Gel anlaşalım" dercesine uzatır, satıcıda mecburen aynı davranışla karşılık verirdi! Tokalaşma, satın almanın önündeki ilk aşamaydı. Fiyat söylenir, ama uygun olmadığından, babam elini çekmek ister satıcı babamın elini bırakmaz, yerel ağızla: "Sen ne veriyon?" diye sorar ve sallamaya başlardı. Ama nasıl sallamak? Delicesine. Aman Allah'ım! Babamın kolu sanki satıcının elinde kalacak. Sonuçta yinede anlaşamazlardı. O sırada alışverişi izleyen yurttaşlardan biri, ikisinin elini tutar ve yeniden tokalaşma pozisyonuna getirir ve sallama yeniden başlardı. Ama bu kez üçüncü şahsın eli de, her ikisinin eli üzerinde olur ve var gücü ile sallamayı sürdürürdü. 10/15 dakika süren pazarlık ve tokalaşma sonunda, ikili veya üçlü erkeç satın alınırdı. Birde şehrimiz dağlık bir bölgede olduğundan, bayramda çoğunlukla erkeç kesilirdi.
Erkeç'i önden ben çekmece, babam arkadan itmece eve getirirdik. Hayvan iki üç gün bayram sabahını beklerdi. Zavallı diğerlerinden ayrıldığı için sabahlara kadar bağırır, o sesle yarım yamalak uyumaya çalışırdık. Bu arada, her yıl kurbanımızı kesen tanıdık kasabımız vardı.
Kasap bayram sabahı namazdan sonra gelir, hayvanı çözer, yere yatırır, ayaklarının üçünü bağlardı. Bu arada babam kurban edilecek hayvan için odada "Kurban namazı" kılar, bir süre sonra gelir, kasap hayvanın kulağı ile gözünü kapatır, gırtlağını üç kez sıvazlar, babam yine bir şeyler okumayı sürdürürdü. Kısa süre sonra başıyla "Tamam" işareti verir ve kasap gırtlağı keserek vücuttaki kanı boşaltır(İşlem her ne kadar vahşice görünse de,
bunun başka yöntemi yoktu.) Bir süre sonra, kan akışı biter, baş gövdeden ayrılır ve kenara konurdu. Hayvanın sol arka bacağından, ince bir ağaç çubukla deri içine girilir ve kasap buradan üfler, hayvan şişmeye başlar, şişirme işlemi bittiğinde, derinin bedenden soyulmasına girişilirdi. Yarım saat sonra yerdeki işlem tamamlanır, hayvan askıya alınır ve burada belli süre devam eden soyma işleminden sonra, deri bedenden tamamen alınırdı. Devam eden operasyonda sıra, iç organların çıkartılmasına gelir ve aşağı yukarı yarım saatlik sürenin sonunda, yenilecek organlar tepsi içinde mutfağa, yenilmeyecek olanlar bir kenara konulurdu ki, deri ve iç organların bazıları THK'dan gelenlere makbuz karşılığında verilirdi.
Kahvaltı ve öğle yemeğini kapsayan et ve Karaciğer kavrulmak için mutfakta hazırlanır o işler yapılırken, ev ahalisinden bazıları "Yaymantı ve döküntü"leri toplardı. Kasap parasını alıp kapıdan çıkarken; komşulara, hısım akrabaya verilecek et parçaları koşa koşa sıcağı sıcağına servis edilir, bunu yaparken, komşular ve hısım akraba, kestikleri hayvandan bizim için ayırdıkları etleri getirirlerdi.
Öğleye yakın kuşluk vakti kavurma yenir: "Allah berereket versin" deyip kalkmaya niyetlenirken, babaannem: "Yörü acık daha yiive, garnın doymadı senin!" dediğinde, "Hayır" diye itiraz ettiğimden, ısrarını sürdürür, bir an sussa da, biraz sonra yine: "Yörü dedim ya! Acık daha yive, yörü!" diye çağrısını devam ettirirdi. Ama ben bu çağrıyı sona erdirmek isterdim. Babaanneciğimin, Tanrı rahmetini üzerinden eksik etmesin. O hala : "Neden yaaşandırı durun oğlum? Eh devesene biyon!" diye sinirli tavırla sorar ve: "Bıgırık daha yiivesen ölümüyon?" Dediğinde, yine "Hayır" yanıtı alınca, o da sert bir şekilde: "Daş yi! Gabiyet, seni yörü acık daha yi deyende. Hede!" Dediğinde, çok gülerdim. Mekanı Cennettir inşallah. Ancak çocukların yaşamında, babaannelerin yeri çok ayrıdır ve babaanneler çok sevilir!
Ertesi günü sabah erkenden, kelle ve ayakları sepete koyar, demirciye götürüp(Yerel ağızla) üttürürdüm.(Üttürmek: Kelle ve ayaklardaki kılların, yakılarak temizlenmesi işleminin, tanımıdır) Sonra eve döner, mutfağa bırakırdım. İki gün sonra; kelle etleri ile yapılmış yahniyi, pirinç pilavını, arada zeytinyağlı yemeği, cacık veya salatayı tüketip, midelerimizi doyururduk. Kış mevsimi ise; et sulu pirinç çorbası, yahni, bulgur pilavı, turşu, kırmızı pancar salatası ile yeme zevkimizi tatmin eder, üzerine: Yaz ayı ise Karpuz veya Kavun, Kış mevsimi ise sütlaç yahut muhallebi canımız çok çekti ise gül suyu ile yapılan üstü bol cevizli pelte'yi tüketir, bir bayramı daha böylece bitirirdik.