Kış aylarında ilk ısınmayı, beş yaşında, ocağın karşısında ve 1948 yılında başladığımı hatırlıyorum. Hatırlıyorum, çünkü iki yıl sonra okula başlayacağım söyleniyordu. Ocakta koca bir kütük ve odunlar, yanarken, biriken kor'lar odanın ortasındaki mangala aktarılıyor, zira o koca battal odanın soğuğu, biraz kırılır diye düşünülüyordu.(Bunu ileriki yaşlarda öğrendim.) Hep öyle yapılırmış. Ocağın sağı ve solu, evin yaşlı insanlarına rezervliydi. (Bu tarz ataerkil aile düzenindeydi, tabii bunları sonra öğreniyoruz.) Onlardan başka kimse, oraya oturamazdı. Ocakla ısınma sırasında, önce; yüzünüz, bu arada barnınız(Göğüs) Karnınız ve elleriniz ısınırdı. Yargın(Sırt) bölgesi ise, odanın soğuğuna tahammül etmek zorundaydı. Mangala alınan kor, oda soğuğunu birazcık kırsa da, arzu edilen sıcağa erişmek mümkün olmazdı.
SAC SOBA
Zaman bu şekilde geçerken, vakti zamanı geldi, saç soba ile ısınma şekline geçildi. Evler değişti, böylece sobalar, gerekli olan odalara kuruldu. Ve soba yanınca, o kış gecelerinde, hele komşu oturmalarında, soba keyifli yanıyorsa özellikle yaşlı hanımlar, Muğla ağzı ile: "Oh, oh, pek horu geçti, kemikleemize gadan, ısındık" diye memnuniyetlerini dile getirirlerdi.
MEMUR ADAMIN EVİNDEKİ SOBA KEYİFLİ YANIYOR
Evine sıkça misafir olunan komşu hanım evli, ama çocuksuzdu ve eşi memurdu. Her ikiside orta yaş grubunda ve kendi hallerinde iyi insanlardı. Evin hanımı, misafir gelince soba hiç sönmezdi, çünkü durmadan odun ilave eder, eşi de her akşam mahalle kahvesine çıktığından, hanım yalnız kalmazdı. Komşuların her gece, hanıma yoldaş olmaları, kocayı fazlası ile memnun eder, bu nedenle gözü arkada kalmazdı. Çünkü hanım yalnız kalmaktan öyle çok korkarmış ki, kadınlar anlatmakla bitiremezler, başına gelenleri kendi aralarında konuşur, kahkahalarla gülerlerdi(O arada, kendiside hazır bulunur, anlatılanda eksik olursa tamamlar, kahkahayı basardı.) konuşulurken duyardım.
ÇOCUK İKEN SICAK ODADA PEK GÜZEL UYUNUYOR
Tabii bu arada beş yaşında çocuk olduğum için, benide götürürlerdi. Evlerdeki kış gecelerinde sohbet çoktu, ancak konuşulanları anlamadığım ve ilgimi çekmediği için dinlemem, hatta ev sahibesinin çeşitli meyve ve çerezlerden oluşan ikramını yemem için ısrar etse de, reddederdim. Çünkü sıcak ve uyku hali, o yiyeceklerin önüne geçer, eve dönüşte ise zorla kalkar, yarı uykulu şekilde yürümeye çalışırdım.
KÖMÜR BİZİ ISITTI AMA
Kış gecelerinin sıcacık geçmesini sağlayan, basit bir odun sobasının gerekliliği, kendini böyle kabul ettirmişti. Odun yanıp geçince, oda soğumaya başladığında, ev sahibesi yeni odunları hemen çifter çifter koyar, soba yine hamam külhanı gibi yanmaya başlardı. Derken, saç sobalar terk edilip, yerine kömür sobaları kullanılmaya başlayınca, ısınma, havayı kirleten kömürle gerçekleştirilmeye başlandı.
APARTMANI VE KALORİFER PETEĞİNİ SİNEMA FİLMLERİNDE GÖRDÜK
Dünya dönüyor, mevsimler ve iklimler değişiyor, yaşam yeniliklerle tanışıyordu. Apartmanın, hakeza kaloriferin adını duyar, ama görmeden ne olduğunu bilmezdik. Ancak bunları sinema filmlerinden öğrendik.
ŞİMDİ ARTIK BİR DAİREDE OTURMAK ZORUNDA KALDIK
Zaman öyle geçti ki, sonunda apartmanı gördük ve içinde yaşamaya başladık. Ocaklı evlerden sonra, çekirdek aile olarak, hayatlı (Küçük avlulu) evlerde yaşamaya başlamıştık. Avluda köpeği, ev içinde kedisi olan hanelerde, kendi bildiğimiz gibi yaşam süren yurttaştık. Ama yaşadığımız sürece değişimlere ayak uydurmak zorunluluğuda vardı. Gerçi bunun farkındaydık. Şimdiki yaşam farkımız da, her yurttaş gibi, apartman dairesinde oturmak, doğal gazla ısınmak ve dört duvar arasındaki belli zaman aralığında, yatmadan önce, TV izlemek ve bir gün içinde ülkemiz ile Dünya'da neler olup bittiğini öğrenmek.
HEDİYELERİNİZİ UNUTMAYIN, ÇÜNKÜ OLAĞANÜSTÜ ÖNEMLİ(!)
31 Aralık son gününü vesile edip, gece, yeni bir yıla giriyoruz diye, yapılan eğlenceleri, havai fişekleri ve çeşitli kılıklar içinde yapılan eğlenceli gösterileri -kendi adıma söylüyorum- hazzedemiyorum. Çünkü bir yıl daha yaşlanıyoruz, bu yaşlanma gerçeği bilindiği halde nasıl bir kenara itilirde, eğlenip mutlu olunur? İnsanın kendini aldatması o kadar kolay ki, işine geldi mi bütün olumsuzlukları silip atıyor. Bazılarıda: ".bir yılın yorgunluğunu" atma gerekçesini, ileri sürüyor. Bana göre ise; -Zeki insanlar ekonomilerde hareketliliği sağlamayı amaçlamıştır- Bu zaten bilinen gerçek! Oysa her yıl biraz daha yeri bilinmeyen meçhul gezegenin kapısına yaklaşıyoruz(!) Bu düşünceyi asla ve kat'a dini inançlarım gereği yazıyorum sanmayın, hatta uzaktan yakından din ile ilişkilendirdiğimi düşünmeyin. Hangi kapı derseniz, -E, artık o kapıyı, biliyorsunuz!- Deyip girizgâhı noktalayalım ve esas konumuza geçelim.
ÖĞRETMENEVİ SICAKTI
Şehrimizdeki öğretmenevi onarıma alınınca, arkadaş grubumuzla sohbeti "Atapark" diye tanımlanan salonda sürdürme kararı alıp, o mekânda toplanmaya, orada oturup kalkmaya başladık. Sözünü ettiğim mekânın mülkiyeti belediyeye ait; Yaz'ın oturulan zeminin hemen üzerindeki bölüm, veranda olarak değerlendiriliyor ve tahminen 60-70 kişiye bir anda servis sağlanabiliyor. Kapalı iç mekân ise: 100-120 kişi kapasiteli olduğunu tahmin ediyorum! Rahatsız edici sorun da, işte bu iç mekânda, karşımıza dikiliyor. Çünkü Kış mevsimi gereği, herkes haklı olarak sıcak bir salonda oturmayı yeğliyor. Dış mekânı tercih edenler hayatlarından memnunsa, diyecek bir şey yok. İllâki sık sık sigara içecek(!)
ÜŞÜMEMEK İÇİN GİYDİKLERİMİZ ÜZERİMİZDEN ÇIKARILMIYOR!
Ancak salonda oturanların tamamının, üzerindeki; manto, palto, pardösü ve kaban gibi soğuktan koruyucu giysilerin yanı sıra, boyundaki atkı başındaki şapka, çıkarılmadan oturmak zorunda kalındığı da, yatsınamayan bir gerçek. Çünkü: Kış mevsiminde bile, salonun kapısı, Yaz günü gibi tamamen açık! Doğanın soğuğu salonda, salon asla ısınmıyor ve bu vurdumduymazlık inanılır gibi değil! İçeride iki klima var, daha geçen hafta başında çalıştırdılar ama boşuna çalışıyor!!! Çünkü kapıyı kapatmayınca, elektrik enerjisi boşuna harcanıyor. Gerçi bedelini yurttaş ödüyor ama!
MAZERET ÇOK ÖNEMLİ, BU ÖNEM KARŞISINDA BİR ŞEY DENİLMEZ(!)
Merek ettim, bir iki hafta önce, çalışan birine sorduğumda, gerekçe olarak, kibar hitabı ile(!) "Amca! Garson dışarıya servis yaparken, kapı açıyorum diye mi, uğraşsın!?" Allahallaaah şu işe, şu zahmete, şu külfete bakın! Bende meğer ne haksızlık yapıyormuşum ve garsonun kapı açmak gibi, pek zor bir işle karşı karşıya kalmasının nedeni oluyormuşum. Bunu neden düşünemedim bilmiyorum(!) Hâlbuki ne zor bir iş'miş. Garsonlar bu noktada haklı, çünkü: Kış günüde olsa, sigara içmek için dışarıda oturan beş-on kişiye, çay servisi için, salonun kapısını kapatmak ayıp, kapı açık tutulmalı, kapatılmamalıdır(!) Nasıl olsa, petrol ve doğal gaz zengini bir ülkeyiz, üç kuruşluk elektrik ücreti boşa gidiyor diye, koca salonun kapısı hiç kapatılır mı, ne kadar ayıp(!) İnsan yaşlanınca, böyle çok önemli konuları düşünemiyor(!)
SENSÖRLÜ KAPI YAPTIRILMAZ MI?
Ama ne var ki, içeride oturan müşterinin sağlığı riske ediliyor! Biraz bunu düşünüyorum, demek ki, bunun için aklıma gelmemiş! Fakat şu tekniğin sorulmasını zorunluluk hissediyorum. Kapılar yapılırken, algılama sensörü ile açılıp kapanan kapı, hiç mi aklınıza gelmedi, sizi hiç mi uyarmadılar, Sayın Başkan?
TUVALET UYGULAMASINDA ALKIŞ ALDINIZ
Sayın Başkan! Şehir içindeki Belediye tuvaletlerinin ücretsiz kullanılması talebimi dikkate aldınız ve uyguladınız. (Ama lütfen denetim!) Bunun için kendi adıma, bir kez daha teşekkür ediyorum. Alkışlandınız ve tebrik edildiniz. "ATAPARK" salonunun da, ısınması konusunda, problemi değerlendirmeye almanızı ve sorunu çözmenizin, insan için önemini dikkatinizden kaçırmamanızı, hatırlatırım. Çünkü önümüzdeki beş aylık süreç, yağmurlu ve soğuk, etkisi ile kendini göstereceği mutlaktır. Yurttaş salonda, Kış günü otobüs durağında bekler gibi, oturmamalıdır.