VALİ BEYİN ÇATIK KAŞLARI
Dünyada birçok insanının korkusu; ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, yarın ne olacak; virüs, mutasyon, varyant, viral varyant, entübe, maske, mesafe, hijyen gibi tanımlar ve bulaş korkusu insanları bunalttı usandırdı. Bilim insanları ciddi endişe içinde, sokaktaki yurttaşında morali bozulmuş, yuvarlanıp gidiyor. Dünya tedirgin, sanki bir nevi savaş hali yaşıyoruz.. Bugün bu iç karartan durumlardan birazcık kurtulmak için, bir başka konuyu köşeme aldım.
Mehmet Ali Erbil, çok sevdiğim, kıvrak zekâsına hayran olduğum, hazır cevaplarına ve esprilerine çok güldüğüm, kimseyi; incitmeden, sıkmadan yaptığı programı sevdiren, izleten, insanın içindeki gam'ı kasveti, unutturan, izleyici kahkahalarını havada uçuşturan, harika bir insan. Bendenize göre mükemmel ve on numara sanatçı.
Bazen yabancı kanallarda, tesadüfen gördüğüm ünlü kişilerle yapılan söyleşiler dikkatimi çeker. O an aklıma, bizde de, liderlerle böyle bir program yapılabilir mi acaba? Sorusu takılır! Ama siyaset burnunu sokmadan. Bol kahkahalı, esprili, havadan sudan bir program olmalı diye düşünürüm. Ve tabii gerçekleşirse tadından yenmez, diye de, hayal kurarım.
Yapılmasına yapılırda, ancak liderlerin tahammülü nereye kadardır, onu merak ederim? Bu arada Mehmet Ali Erbil'e acil şifa diliyorum. Şu badire sağ salim atlatılırsa, gelecekte böyle bir programı başarı ile sonuçlandırabilecek yeteneğin, Mehmet Ali Erbil olduğu inancındayım.
Müteveffa Süleyman Demirel aktif siyaset yaparken, karikatürü çok çizilen bir politikacı idi. Hatta bende tamamı karikatürlerinden oluşan kitabı var. Çağrılı olduğu bir programda, kendisini taklit eden sanatçıyı seyrederken gülmüş ve alkışlamıştır. E tabii; akil insan olmak, olgunlaşmak, erdemleşmek, bu demek. Tanrı rahmetini esirgemesin, ruhu şad olsun. Mekânı Cennettir inşallah.
Müteveffa, bir miting meydanında yürürken elinden bırakmadığı fötr şapkasını, bir yurttaşın zorla çekiştirerek almak istemesi anında, fötr'ü kaptırmak istemediğinden Süleyman Demirel'i, sıkıntıya sokmuştu. Mücadele ettiği o an'daki çabalarını, bende yerel ağızla konuşturup karikatürize etmiştim.
Müteveffa Demirel, Ege ağzı ile: ".arkıdeşle yetişin! Adam, şapgamı gapıyoru, tutun huna!" demişse de, bir an yardım çağırmayı bırakıp, şapkayı almak isteyen yurttaşa: "Arkıdeş, bırak hu şapgeye!" Demişse de, yurttaş, söyleneni dinlememiş çekiştirmeyi sürdürmüştür. Çünkü tek amacı hatıra olarak şapkayı kapmaktır. Müteveffa, şapkayı kurtarmaya çalışırken: "Arkıdeş, miting bitsin, barbaa bazarı gidem, sene en güzee şapgayi alıvercen! Sözüm söz. Bırak gaari huna!" Diyerek şapkayı gapdırmamış, mücadelesinden zaferle çıkmıştır.
Dönelim liderlerle siyasetsiz söyleşi yapılabilir mi, düşüne. Bu tür bir programı ancak; yeteneği, nevi şahsına münhasır ve milyonlarca alkışlayanı olan, Mehmet Ali Erbil gerçekleştirebilir. Öyle inanıyorum ki, liderler ve seyredenler, sohbeti kahkahalarla sık sık kesecektir.
Bu arada tüm güldürü sanatçılarımızı çok içten ve çok samimi duygularla selamlarım. Hani bir atasözümüz vardır: "Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır" Diye. Her sanatçının da, yeteneği kendine özgüdür. İnançlarımıza göre de, bu bir Tanrısal armağandır.
Bu arada; çok gülen ve güldürmekten hoşlanan bir yurttaş olarak, bir anımı "Özet" olarak sunmak istiyorum. TRLisesi tiyatro grubu, hazırladığı bir oyun ve diğer gösteriler için, bir otobüs dolusu öğrenci ve birkaç öğretmenle birlikte, 1960'lı yıllarda 6-7 saatlik yolculuk sonunda varılan bir il'e, gezi düzenlenmişti. O gezilerin ne denli sevinçli ve heyecan dolu olduğunu pek çok yurttaş yaşamıştır.
İl'e vardığımızda, yöneticiler bizi bir otelde misafir etti. Ertesi akşam gösteri sunulacaktı, ama gelin görün ki, o yorgunluğa rağmen, hiç birimizin gözünde uyku yoktu. Görevli öğretmenler: "Herkes yatsın uyusun!" dedikçe, biz bunu, "İsteyen muhabbet etsin otursun" diye anlıyorduk(!)
Öğrenci olarak hayatımızda ilk kez bir başka il'e gelmiştik. Heyecanlıydık, içimiz yanardağ gibiydi. Yatılıp uyunması gereken vakitte ki, gece yarısı sohbet ediyorduk. Oysa ertesi günkü programa göre; kahvaltı, öğle ve aksam yemeğinde hazır bulunmak zorundaydık.
Gösteri akşamı kocaman bir salonda, büyük bir sahnesi olan yapıya, arka kapıdan girdik. Sahnenin bulunduğu yere geldik, perdeyi yavaşça aralayıp salona baktık ki, en önde Sayın vali ve eşi ile il protokolü. Giyinmiş kuşanmışlar lütfedip gelmişler. Salonda öyle resmiyet var ki, çıt çıkmıyor. Hepimizi heyecan içindeyiz.. Bu heyecan; ya yanlış yaparsak, ya beğenmezlerse, ya oynarken hata oluşursa, vesvesesinden kaynaklanıyordu. Üstüne üstlük, bendeniz bir arkadaşımla o yıllarda tanımı: "Parodi" diye yapılan ve sahne gerisindeki hazırlıklara, zaman kazandırmak için yurttaşı oyalayan 3er, 5er dakikalık taklitleri sunacaktık.
En önde oturan Vali beyin, geldiğine bin pişman bir hali vardı, sanki! Çünkü yüzünden düşen bin parçaydı. Arkadaşımla beni aldı mı bir düşünce! 16-17 yaşında öğrenciyiz. Tiyatro konusunda hiçbir görgümüz, bilginiz yok. Sadece kişisel beceri ile bir şey yapabilirsek ne âlâ. Gerçi tüm arkadaşlar yetenekli ve sahne alışkanlığı var. Ama Vali bey'in çatık kaşları ve ciddi tavrı yüzünden biraz çekiniyoruz.
Kafile başkanımız, edebiyat öğretmeni (N.N.A.)'e durumu anlattık, "Çıkmayıversek olmaz mı?" dedik, bu kez onun kaşları çatıldı: "Yahu benim, sinirlerimi bozmaya mı çalışıyorsunuz? İlk siz çıkacaksınız, hadi bakalım vakit geldi!" deyip bizi sahneye sürdü.
Çıktık sahneye. Sahne ve salon öyle büyük ki, inanılır gibi değil. Gözümüz hemen mülki amire takıldı! Devletin otoritesi; vali beyin çatılan kaşlarından, oturuşundan, sağ el başparmağını çenesinin altına koyup, işaret parmağını şakağına dayayışındaki pozisyonundan tam anlamıyla temsil ediliyordu! Taklitlere başladık, yaptıklarımızı, ayıp olmasın diye gülüyorlar diye düşünüyorduk. Zaten vali beyin, çatık kaşları ile bakışından ötürü elimiz ayağımız buz kesiyordu.
Dördüncü taklidi yaparken, bir görevli yanına geldi ve eğilip vali'nin kulağına bir şeyler söyledi. Vali de, ona talimat verir bir tavırla konuşuyordu. Ama her ikisi de konuşurken sahneye bakıyordu. Korktuk, aklımıza: "Yaptıkları saçma sapan şeyler! Bir halta benzemiyor sevmedim. İkisini de alın sahneden" Dediğine kanaat getirdiğimizden, birbirimize kaş göz işareti yaparak gösterimizi bitirdik. Seyirciyi selamladık, geri geri çekilirken, yoğun bir alkış alıyorduk. Vali beyde alkışlıyordu. O vakit, ne geri gitmeyi bilebildik, nede sahnenin önüne tekrar gelip halkı selamlamayı, becerebildik.
Bir an önce sahneden kaçmayı düşündüğümüzden arkaya epey yaklaşmışız ki, arkadan bir: "Fist!"sesi! Saniye aralığı ile başımı çevirip baktım, edebiyatçının yüzünü, perdenin arasından görüverdim: (N.N.A) Yavaşça: "On dakika daha gösteri yapın, hazırlanıyoruz, durumu idare edin hadi aferin, göreyim sizi!" Deyince, gelen yüksek basınçlı sesle, kendimizi tekrar sahnenin önünde bulduk. Gösterimiz bir süre daha devam edip bitti.
Ayrıca hemen arkasından gelen üç perdelik piyeste, rolümüz olduğu için, o arada içeri girip rol sıramız gelinceye kadar, kostümlerimizi giydik. Sıramız geldi, katıldık, üç perdelik oyunu da, böylece bitirdik.
Müteveffa edebiyat öğretmeni, Nevzat Nami Aygüven(Facebook sayfamın kapak fotoğrafında, soldan en üst sırada 4ncü kişi) tam ortamızda olmak üzere, diğer öğretmenlerle birlikte seyirciyi selamladık, bir dakika kadar alkışlandık ve geri geri gidip, perdeyi indirdik.
Ama sonra sürprizle karşılaştık! Piyesten sonra ayni salonun bir diğer bölümünde, büyükçe bir masa hazırlanmış üzerinde pastalar, börekler, çörekler içecek türü meşrubat ikram ediliyordu. Vali, gelip hepimizi tebrik etti. Çatık kaşlı vali, yerine sanki bir başka kişiyi yollamıştı. Hatta çok sempatik ve kibar bir insandı ve bir anı özeti de, böylece tamamlandı.