YALAN

YALAN

Yalan, bilimde mitomani olarak adlandırılıyor. Bu hastalık ilk olarak 1891 yılında Alman Dr. Delbrueck tarafından tanımlanmış. Yalan söylemek ve abartıyı hastalık derecesinde eğilimli olmak, ya da, patolojik yalan olarak bilinmektedir.(Patolojik yalan, her zaman yalan söylemektir, ya da gerçekleri saptırmaktır. Ancak bazıları sürekli olarak, inandırıcılık sınırlarını aşan yalana başvurduğundan bu durum, patolojik yalancılık olarak tanımlanır) Bu hastalığa sahip olan kişilere ise mitomani denir. Yalan söylemek toplum tarafından kabul görmeyen bir davranış olsa da, bu davranışa bazı nedenlerden ötürü başvurulur.

Yalan söylemek bilerek ve isteyerek yapılır. Çoğunlukla sonucundan korkulan veya tedirgin olunan durum varsa, yalana başvurulur. Her ne kadar yalan söylemenin doğru bir davranış olmadığı çocukluktan itibaren öğretilse de, insan yalan söyler. Yakın çevresine hatta ailesine yalan söylemek durumunda bile kalır. Fakat bazen söylediği yalanlardan biri veya bir kaçı için zor an'lar yaşayabilir.

Gelelim şimdi ana temaya. Şehrimizde; 1950'lili yıllardan itibaren tanımaya başladığım, nevi şahsına münhasır bir yurttaş yaşardı. Bu yurttaşımızın adı, yalancıya çıkmışsa da, bazıları palavracı diye tanımlardı(Palavra İspanyolcadan dilimize girmiş, boş ve abartılı söz olarak kullanılır.) Birkaç dakikada ayaküstü attığı palavrayı, gayet samimi anlattığından ilgi çeker, dinletir, palavranın detaylarına kadar inince, insanın basireti bağlanır ve inanırdı. Şehirde tanımadığı yoktu, herkeste onu iyi tanırdı. Pek çok aileyi ve o aile fertlerini, bilirdi.

Ancak yalan söylemek iliklerine kadar işlemişti. Örneğin: Sokakta rastladığı tanıdık birine, müştereken bildikleri kişi için, anında yalan düzerdi. Yalan düzdüğü kişi için: "Sabaha doğru kızı oldu, ama dedesi oğlan değil diye öfkesinden kalp krizi geçirip, biraz önce öldü" der ve rastladığı kişinin aklını başından alırdı. Şaşkına döndürdüğü kişi(Oysa aslında böyle bir şey yoktur.) Mahalli ağızla: "Esah mı le?" diye sorduğunda, "Hindi öldü, bende ölü evinden geliggelirin" diye yanıtlayınca, işini gücünü bırakıp hızlı adımlarla, vefatını öğrendiği ve yakından tanıdığı kişinin evine doğru, yürürdü. Bir başka zaman, bir diğer şehirdaşına ise, yine müştereken ve yakinen tanıdıkları için: "Babasından kalan malları yabancı birine, üç kuruşa, dün kimsenin haberi yokken sattı ve kaçtı. Hâlbuki annesini bu sene hacıya götürecekti, fakat bu durumda artık götüremez" diyerek, anlatmaya devam ederdi: ".Malları satmasının sebebi de, akşam kumarda çok para kaybetmiş, borçlanmış ve giderken sevdiği kızı da kaçırmış" diyerek, işi abartır ve içine birde gönül oyunu katar ve ilginç hale getirerek anlatırdı. Dinleyen, palavracıyı çok yakından tanımasına rağmen, o an şaşkınlığından: "Allah Allah, nasıl olur yahu, o bunları yapacak adam değildi" Diye mırıldanırken, bir süre önüne bakar, aklından bir şeyler geçirir ve sorar: "Bana bak! Yoksa gene palavramı atıyon len? Diye sorunca, "Hayır, git bubası gili sor" yanıtı verirdi.

Şehirdaşımız, aslı astarı olmayan hikâyeleri anlatarak, kişileri ağzı açık dinlemelerini sağlar, böyle dinlenilmesinden son derece zevk alır, yalanın sonunda dinleyen kişinin, özellikle yaşlı hanım, olur, birde gözünden iki damla yaş akarsa, yerel ağızla: "İşdi böle. De gari  canını sıgma. N'pam yazısı böölemiş yapıcek bişee yok." diye onu teselli etmeye çalışırdı.

Çünkü adı çıkmıştı dokuza, bir türlü inmiyordu 8'e. Onu kimse palavralarından ötürü dinlemek istemez, bazıları: "Öylemi olmuş vah vah" deyip geçiştirirken, bazıları can kulağı ile dinlemeyi yeğler ve inanırdı. O da, elinden geldiğince yalanını renklendirir, cazibesini arttırır: "Yarın karşılaştığımda, ne derler" demezdi. Çünkü kılıf hazırdı: "Ben ne bileyim, bana da öyle anlattılar, ben onların yalancısıyım" diyerek işin içinden çıkardı. Oysa şehirdaşımız aslında patolojik bir yalancıydı! Ama şimdi aramızda değil, ayrılalı çok zaman oldu. Bir süre bu gezegende konakladı, sonra bir başka gezegene göç edip, oraya yerleşti!

Tanrı rahmetini esirgemesin, günahlarını af etsin ve huzur içinde uyusun. Şehirdaşımız, maalesef böyle biriydi. Ancak günümüzde; ülkemizdeki milyonlarca yurttaş, herhangi bir nedenle, her gün ve her an, çeşitli renkteki yalana başvurabildiğini de, hiç kimse yadsıyamaz. Çünkü toplumumuz, yaşamı süresince başta beyaz olmak üzere, çeşitli renklerden oluşan yalan söylemekte ve dinlemektedir.

Levent Yüksel, "Yalan" isimli şarkısının bir yerinde:  "Ölüm gerçek, ömür yalan" diyor! Acaba yaşam serüveninin ara istasyonu olan ve kısa süre gelip geçilen bu Dünya'da, yalan onun için mi, çok sık söyleniyor?

YAZARIN DİĞER YAZILARI